
Bana verilen koca bi’ saçmalık: oysa sadece görülmek istemiştim.
Psikolojik DanışmanBu yazıda dinlemeyi çok sevdiğim bir şarkıdan ve okuduğum bir makaleden söz edeceğim. Her birimiz, anne-babamız ve sosyal ilişkilerimizde görülmek isteriz ve görüldükten sonra ihtiyaçlarımızın bu kişilerce kabul edilmesini, giderilmesini arzularız.
“kalabilirsin, pekala gidebilirsin
daha değersiz hissettiremezdin.” (Koca bi’ saçmalık, Jakuzi)
Şarkı sözleri ve melodisiyle oldukça depresif bir izlenim bırakıyor; söz yazarı bu sözleri “bir romantik ilişki, arkadaşlık ilişkisi ya da varoluşsal olarak bir bireyin hayatla olan ilişkisi” bağlamında yazmış olabilir. Şarkı sözlerindeki karakteri tanımak istediğimizde; birey kendini içinde olduğu ilişkide değersiz hissediyor, yakınlığın önemsiz olduğunu vurgulayarak bir sitemde bulunuyor. İhtiyaçları karşılanmıyor, görülmek, anlaşılmak istiyor ancak hayal kırıklığı yaşıyor. Sorunun kaynağını bulmaya çalışıyor, kendini “kafanı şişirmem” ifadesiyle suçluyor.
“çünkü ben ne zaman bi’ şey istesem
bana verilen koca bir saçmalık
bilirsem hata nerede bilirsem
hiç şaşırmam kafanı şişirmem.” (Koca bi’ saçmalık, Jakuzi)
Temelde her birimiz, farklı yoğunlukta olsa da “değersizlik ve yetersizlik” duygularını hissederiz, bazılarımız bunları hissettiğinin farkında bile olmaz (farklı bir duygu yaşayarak bunlardan uzaklaşır). Ancak çoğu insan “kendisinin kapatılması imkansız bir yaraya ya da kimsede olmayan bir kusura sahip olduğunu” hissedebilir. Şarkı sözlerinde de yazar; her zaman istediği şeylere karşılık olarak bir “saçmalık” hak ettiğini, aldığını vurgular. İhtiyaçlarımıza ya da görülmek istediğimize yönelik talepte bulunuruz ancak karşılığında koca bir saçmalık aldığımızı düşünürüz.
Peki bu nasıl böyle olur? Karşımızdaki kişi ihtiyaçlarımızı görmez, görmezden gelir, anlamlandıramaz. Örneğin; siz evden, home-office çalışan birisiniz, eşiniz ise sabah erken saatlerde işe gidip akşam dönüyor. Eşiniz eve geldiğinde onun için yemek pişirir, evi temizlersiniz. Bunları yaparken de çok yorulduğunuzu, dinlenmeye ihtiyacınız olduğunu görsün istersiniz ve yaptıklarınızın onun için bir anlamı olduğunu (değerli hissetmek) bilmek istersiniz.
Çocukluğumuzdan itibaren “varlığımıza şahitlik ve eşlik eden” bir insana ihtiyaç duyarız, görülmek isteriz, çünkü biz sosyal varlıklarız. Özellikle çocukluğumuzda bu ihtiyacımız daha fazladır. Yazıda şu ana kadar bahsettiğim kişi kendini; kusurlu, yaralı ve hep kötüyü hak eden biri olarak algılıyor, peki bu nasıl oluyor? Nasıl kendimizi “kusurlu, yaralı ve kötüyü hak eden biri” olarak algılıyoruz?
Okuduğum makaleden bir alıntı yaparak bu soruya cevap vermek istiyorum;
“Şöyle bir dünya hayal edelim; kendi yansımanızı görebileceğiniz hiç bir yerin olmadığı bir yer, ne bir ayna, ne bir su birikintisi, ne bir cam… Düşünün ki kendi yansımanızı hiç görmediğiniz bir dünyadasınız. Yüzünüzün neye benzediğini bilebilir miydiniz? Bilemezdiniz. Şimdi düşünün ki bu dünyada neye benzediğinizi görebileceğiniz tek ayna anne-babanızın elinde. Dünyada bakıp kendinizi görebileceğiniz tek ayna bu. Ve şimdi düşünelim ki anne-babanın elindeki bu ayna kirli paslı veya çatlak olsun. Siz kendinizi devamlı bu aynada seyrediyorsunuz. Yüzünüzün ortasında koca bir yarık olduğuna veya yüzünüzde kara lekeler olduğuna inanmaz mıydınız?
“Şimdi hayal etmeye devam edelim, kendilik tasarımı ‘yüzümün ortasında kocaman bir yarık var’ şeklinde oluşmuş bir kişisiniz. Biraz daha büyüdünüz, sosyalleşme zamanı geldi. Sokakta yürüyorsunuz ve bir arkadaşınıza rastladınız. Size güler yüzle ‘merhaba, ne kadar hoş gözüküyorsun bugün’ dedi. Düşüneceğiniz şey ‘ne kadar iyi niyetli bana ne kadar kötü gözüktüğümü belli etmek istemedi’ veya ‘bana acıdığı için bu yorumu yaptı’. Devam ediyorsunuz yürümeye, yanınızdan geçen insanlardan birinin gözü size kaydı. İlk düşüneceğiniz şey ‘yüzümdeki koca yarığı fark etti işte!’ olacaktır. Oysa hikayenin başına dönelim, yarık sizin yüzünüzde değil aynadaydı! Doğal olarak diğer insanlar yarığı görmediler. Ancak iç dünyamızda kendimizle ilgili resim bu olduğu için olayları da bu gözle değerlendirdik.”
Baktığımız ayna hasarlı ya da eski olduğu için “yüzümün ortasında kocaman bi’ yarık var” cümlesini ebeveynlerimizden öğreniyoruz, sonrasında yaşadığımız bazı deneyimler de bunu destekliyor. Yetişkinliğe doğru bu cümle ““çünkü ben ne zaman bir şey istesem, bana verilen koca bi’ saçmalık” haline geliyor. Kendi ihtiyaçlarımızı değil, bizi terk etmesinler diye sevgililerimizin, arkadaşlarımızın ihtiyaçlarını öncelikli olarak görüyoruz. Diğer bir ihtimal olarak da ihtiyaçlarımızın anlaşılamayacağını düşündüğümüz için bunu hiç talep etmiyoruz, derin ve yakın duygusal ilişkiler kurmuyoruz.
Yüzümüzde kocaman bir yarık yok, her birimiz farklı düzeyde değersiz, yetersiz hissetsek ve farklı şekillerde deneyimlemiş olsak da; aslında her birimiz yaralıyız ve eksiğiz. Hiçbirimiz mükemmel canlılar değiliz, mükemmel olmak mümkün değildir. Ayrıca değerli olmamızın ne kadar “mükemmel, az hata yapan, daha az travmatik deneyime sahip olan” biri olmamızla alakası yoktur. İhtiyaçlarımızı açıkça dile getirebildiğimiz, görülmek istediğimiz, anlaşıldığımız, karşımızdakinin duygularına ve varlığına şahitlik ettiğimiz bir ilişkiyi arıyoruz.
Kaynak; Küçük, B. T., Ağaoğlu, G. (2019). Annenin Geçmişi, Çocuğun Geleceği. Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergisi, 2 (3). 77-93.