Onun Var Benim Niye Yok?
Klinik PsikologEskiden insanların kendilerini birileri ile kıyaslayacak sınırlı sayıda ortamları
vardı. Kendi ailesi, okul arkadaşları, mahallesi… Buralara bakarak yetersizlik çıkarımı
yapan insan, yalnız kaldığında bu karşılaştırma durumunu en fazla kendi içinde sınırlı
sayıda insanla devam ettirebilirdi. Şimdilerde o yalnız kaldığı ortamda teknolojinin de
aracılığıyla kendisini dünyanın öbür ucundaki kişileriyle kıyaslayabiliyor. Bu da
kendisini yetersiz hisseden kişinin sürekli tetiklenmesi anlamına geliyor. Peki biz neden
bu şekilde hissediyoruz, o hep aklımızda olan ama yapamadığımız elimizdekinin
değeriyle yeterli hissederek yaşamak neden zor?
Günümüzün şöyle bir söylemi var ‘sen istediğin her şeyi yapabilirsin’, bu söylem
her yerde. İstediği için her şeyi olacağını düşünmek yalnızca çocuklarda sırıtmaz.
Kendi istediği için ebeveynine bir şey yaptırmak ister, ‘neden böyle yapıyorsun?’
sorusuna ‘çünkü ben öyle istedim’ cevabını çok haklıymışçasına verir. Ebeveyni de
çocuğunu çocuk diye idare eder. Günümüzün ‘sen istediğin her şeyi yapabilirsin’
söylemini biraz buna benzetiyorum. Pratikte ise o cümle şöyledir ‘istediğin şey için
harekete geçersen olma ihtimalini artırırsın ve yapacağın en maksimum seviyedeki şey
budur’. Bu cümle pratikteki cümle. Diğerinden en büyük farkı bir kabul barındırması.
Günümüz söylemi daha tanrısalken, gerçekteki daha insancıldır.Popüler
söylemimizde “kontrolün daha yüksek olduğu, her şeyin belirli olduğu, daha basit ve
kolay” bir şeymiş gibiyken; gerçekte ise “daha az kontrol edilebilen, olup
olmayacağına dair belirsizlik olan, daha zor ve karmaşık” şeylerle karşı karşıyayız.
Yani söylemimizle gerçekteki çok birbirini tutmuyor. Bu tutarsızlık sürekli yetersizlik
hislerimizi tetikliyor. Söylemimiz mükemmel, yaşantımız kusurlu…
Çağın neden böyle bir söylemi olduğu başka bir konu fakat pazarlanabilir bir
şey olduğu çok açık. Yani ürününü işaret edip alın demek yerine, mükemmeli işaret
edip yanına ürününü koyuyor firmalar, insanlar. Ayrıca bunu mükemmele gidelim diye
de yapmıyor, kazanmak için yapıyor. Bu söylemler insanın hayalini tamamlıyor fakat
yaşamını eksik bırakıyor. Kendi hayatını kabulünden çok uzaklara gidiyor kişi ve
etrafında olan tüm her şey çok büyük bir haksızlıkmış gibi yaşamaya başlıyor.
Yazının başında bahsettiğimiz ‘çünkü ben öyle istedim’ diyen çocuk gibi; yani
sadece talep etmenin yeterli olmadığına dair her yüzleşme onu zorlayarak kabule
doğru itiyor. Yalnızca olanı kabul ettikten ve isteğimize ulaşabileceğimiz o yolda
nerede olduğumuzu fark ettikten sonra doğru kaynakları kullanabiliyoruz. Toplumunu,
coğrafyasını, en önemlisi kendisini tanıyıp kabul etmemiş kişi haliyle doğru kaynaklarını
bilmediğinden ilerlemeyi de gerçekleştiremiyor. Bununla başa çıkmak için de ne
yapıyor? Tabii ki şikayet ediyor. Haksızlığa uğramışçasına şikayet ediyor; “neden
buradayım, bu insanlar niye böyle, onların var benim niye yok” vs… Bu şikayetlerin bizi
götürdüğü bir yer de yok, evde daha rahat oturmamızı sağlıyor sadece.
Tabi ki ben de yazımın sonunu şikayetle bitirmek istemiyorum. Böyle bir
duruma şikayet etmek yerine ‘kabulün’ öneminden bahsederek bitirmeliyim. Kabul
derken elindekiyle yetinmeyi, susup itiraz etmemeyi kastetmiyorum. Kabul derken
elindekinin değerini bilmeyi, itirazınla bir şeyleri değiştirebildiğin durumları
kastediyorum. Mutlu bir hayat için nesnelere ihtiyacımız yok, tatminkar olmaya
ihtiyacımız var. Burada da kabulün önemi yüksek. İlla da mükemmelliğe ulaşacaksak
da onu ancak şu alıntıdaki gibi gerçekleştirebiliriz:
‘’Mükemmelliğe, ekleyecek bir şey olmadığında değil, çıkaracak bir şey
kalmadığında ulaşılır’’
Antoine de Saint-Exupéry