Başarmışsam hep şanstan, yanlışların tüm suçlusu benim!
Psikolojik DanışmanBaşarı; birçok kültürde “toplumun takdir ve onayını kazanma” ve kişisel tatmini arttırmanın aracı olarak görülmektedir. Annemizin, babamızın ya da arkadaşlarımızın “başarı” tanımına göre yaşamımızı şekillendirdiğimizde; kendi içsel değerlerimizi ve hedeflerimizi kaybetme riskiyle karşılaşırız. Örneğin; resim çizmek, fotoğraf çekmek gibi becerileri olan, görsel sanatlara ilgi duyan bir genci düşünelim, bu gencin kariyer hayatı bir devlet memuru ya da avukat, mühendis gibi düzenli ilerlemez. Yakın çevresi, farklı, düzenli ve prestijli meslek gruplarını seçmesi konusunda güzellemeler yapar, yönlendirir. Çevremizin tanımladığı başarılara ulaşamazsak; başarısız olmaktan korkarız, başarıyı sadece belli bir ölçütle sınırlandırırız.
Başarıya yüklenen aşırı anlam, hiç hata yapmamak için kendimizi aşırı zorlamamıza ya da potansiyelimizin altında bir performans sergilememize neden olabilir. Başarısızlığı bir felaket olarak değerlendirdiğimizde; olumlu olanı yok sayabiliriz.
Bu ne anlama geliyor?
Başarılı bir şekilde tamamladığımız işleri önemsiz görürken (küçümseme), başarısız olduğumuz işleri ise kimliğimizin merkezine yerleştirebiliriz (abartma).
Bu elbette yalnızca toplumun başarıya büyük bir önem atfetmesi ile açıklanamaz; yukarıda bahsettiğim gibi düşünen birey; kendisine yönelik olumlu geri bildirimleri içselleştirmekte zorlanır. Başardığı şey karşısında aldığı tebrikleri, iltifatları anlamlandıramaz. Bireyin başarılarını küçümsemesi, sanki başarıları bir tesadüf gibiymiş gibi gösterme çabasıdır. Bu bireyler, başarılarını başkalarıyla paylaşmaktan kaçınırlar ve genellikle;
- “Benim için küçük bir şeydi”
- “Herkes yapabilir”
- “Karşımdaki beni içinden gelerek övmedi, hoş bir sohbet için öylesinde iltifat etti, aslında başarılı biri değilim” gibi cümlelerle kendi başarılarını küçümserler. Bu durum, başarılarını bir şekilde hak etmedikleri inancını güçlendirir.
Peki sürekli başarıları küçümsemeye sebep olan, kendini takdir etmeyen, bir hata yaptığında sürekli “sen başarısız, yetersiz ve değersiz birisin” sözlerini söyleyen iç sesimiz neden bunları bize bağırıp duruyor?
Benlik sistemi, bireye güven duygusu vererek kaygıdan koruyan bir mekanizmadır. Benlik biz henüz daha küçük bir bebekken gelişmeye başlar, temelde anne-babamızla kurduğumuz ilişkiden etkilenir. Eğer bu dönemlere dair olumsuz deneyimlere sahipsek; “iyi ben” değil, “kötü ben” güçlenir. İyi ben kişiliğimizin hoşumuza giden olumlu (ödül, takdir, sevilme) yönü, kötü ben ise kişiliğimizin hoşumuza gitmeyen olumsuz (ceza, onaylanmama, hoş görülmeme) yönüne işaret eder. Örneğin; çorabımızı giymeye çalıştığımız, kapıyı tek başımıza kapattığımız, tuvalet eğitimimizdeki gibi ilk denemelerde ebeveynlerimizin, çevremizin tepkilerini kaydederiz. “Böyle durumlarda hata yaptığımızda annemiz, babamız nasıl tepki veriyor?” sorusuna cevap ararız, denemelerimiz onaylanmadığında, cezalandırıldığımızda ya da başarmak önemsiz bir şeymiş gibi tepkisiz kalındığında bunlardan etkileniriz.
Sürekli “sen başarısız, yetersiz ve değersiz birisin” diye bağırıp duran bu sesi, ilk duyduğumuz anı hatırlamak, çok önemlidir. Ancak bunu yapmak birçoğumuz için çok zor olabilir. Bu durumda bir uzmandan yardım alabiliriz.
2024’te umarım kendi özümüzü keşfeder, başarıyı sadece dışsal beklentilere göre değil, içsel değerlere göre değerlendirebiliriz.
Mutlu Yıllar!