ÖĞRENMENİN DUYGUSAL BOYUTU
Örneğin, anlamak istediğiniz bir şey var. Bu şey, ziyaret ettiğiniz bir şehrin mimari yapılanması olabilir, okuduğunuz bir kitabın temel felsefesi olabilir veya ilk kez karşılaştığınız ve çözmek zorunda olduğunuz bir problemin kendisi olabilir. Anlamaya çalıştığınız şey her ne olursa olsun onu anlamanın en temel yollarından biri parçalarına ayırmaktır. Ya da şöyle ifade etmek daha doğru olur diye tahmin ediyorum; en küçük yapısına indirgemek.
İnsanı anlayabilmek için de benzer bir yöntem uyguluyoruz. Önce onu en küçük yapı taşlarına bölüyoruz, birer birer yapı taşlarını analiz ediyor, sonrasında bu parçalar arasındaki ilişkiyi görüp bütünlüğü anlamaya çalışıyoruz.
İnsanın bedensel yanı, insanın duygusal yanı, bilişsel yanı, sosyal yanı gibi ayırdığımız temel parçaları sıralayabiliriz.
Erik Erikson’un geliştirmiş olduğu Psikososyal Gelişim Dönemleri Kuramı tam da yukarıda söylediğim ‘insanı anlamak için onun yaşam dönemlerini parçalarına ayırma’ işlevini görüyor.
Bu yazıda, Psikososyal Gelişim Kuramı bakış açısından öğrenme ve duygusallık arasındaki ilişkiye odaklanacağız.
Kabaca bahsetmem gerekirse Psikososyal Gelişim Kuramı, ego gelişimini yaş dönemleri itibariyle karşılanması gereken ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların karşılanmaması halinde ortaya çıkabilecek patolojiler olarak sıralamaktadır.
Ben yalnızca ‘özerkliğe karşı kuşku ve utanç’ ve ‘girişimciliğe karşı suçluluk’ dönemlerini inceleyip, matematik öğrenememekle aralarındaki ilişki bütünlüğünü kurmaya çalışacağım. Tüm gelişim dönemleri ile ilgili ayrıntılı bilgiye ekler kısmında paylaşacağım kaynaktan ulaşabilirsiniz.
İnsan yavrusunun ilk çocukluk dönemi olarak adlandırdığımız ve 1,5-3 yaş arasına denk gelen evresinde çocuklar temel bakım verenden kopma deneyimini yaşamak isterler. Bu ihtiyacın davranışsal çıktılarını, çocuğun kendi beden kaslarını kontrol etmeye çalışması -tuvalet eğitimi-, elinde bir şeyi sıkıca tutması veya fırlatması olarak görebiliriz. Çocuk, esasında bu dönemde kendi bedensel varlığını ortaya koyarak, bu varlığı kontrol etmeye çalışarak bireysel iradesini yapılandırmaya çalışmaktadır. Yetişkin insanlar için kullandığımız ve yalnızca yetişkinlik dönemine aitmiş gibi düşündüğümüz iradi faaliyetlerin temeli bu dönemde atılmaktadır. Bu dönemde baskıcı veya gevşek bir eğitime maruz kalmayan çocuklar bu dönemi sağlıkla tamamlamış ve ego bütünlüklerine bireysel irade gerektiren işlerde kullanmak üzere sağlıkla şekillenmiş yapılanmayı eklemişlerdir. Aksi durumu yaşayan çocukların yaşadıkları duygu ise kendi karar ve davranışlarından kuşku duymak ve utanç olduğu gözlemlenmektedir.
Öğrenme deneyimi bireysel irade gerektirir. Okul çağlarında olan çocuklar için sıklıkla kullandığımız ‘sorumluluklarını yerine getirmiyor’ serzenişin temel sebebinin ilk çocukluk yıllarında çocuğun yaşamış olduğu bu patolojik yapılanma olduğunu söyleyebiliriz. Kendi kaslarını kontrol etmeyi öğrenirken patolojik bir yapılanma yaşayan çocuğun kendi zamanını ve sorumluluklarını yerine getirebilmeyi zor öğrenebileceğini söyleyebiliriz.
Oyun Çağı olarak isimlendirdiğimiz ve okul öncesi eğitim dönemine denk gelen yıllar ise çocuğun 3-6 yaşları arasında olduğu dönemdir. Bu dönemim temel davranışsal çıktılarını çocuğun özgürce etrafta dolaşıp keşfetmesi, dil gelişime bağlı olarak fazlaca soru sorması ve hayal dünyasının gelişmesi olarak sıralayabiliriz.
Ve itiraf ediyorum ki tüm metni aslında bundan sonraki paragrafları yazmak için yazdım.
Evet, dediğim gibi çocuk bu dönemde fazlaca soru sorar. Davranışları ile soru sorar, dili ile soru sorar, oyun oynarken soru sorar vs. Soru sormanın cezalandırılan bir eylem olduğunu bilmeden soru sorar ve soru sordukça davranışı cezalandırılır.
Çocuğu olan veya çocuklarla çalışan çok fazla yetişkin var etrafımda ve çocuklarla ilgili katlanamadıkları temel şeyin çocuğun soru sorması olduğunu söylüyorlar. Ebeveynler, okul açılsa da rahatlasak, bazı eğitimciler de tatil olsa da rahatlasak diyorlar hep. Bunun temel sebebi çocukların merakları ile baş edememeleri maalesef.
Bu dönemde soruları cezalandırılan çocukların yaşadıkları duygu ise suçluluk. Bu duygu ile baş etmeleri zor olduğu için de soru sormayı ve merak etmeyi zamanla bırakıyorlar maalesef. Merak etmeyi bırakan çocuğun gerçek anlamda bahsettiğimiz öğrenme deneyimini yaşaması pek ihtimal dahilinde değil. Çünkü merak, öğrenmek için temel güdüdür. Merak etmek varoluşsal bir ihtiyaçtır ve öğrenmeyi sağlar. Bu yaş aralığında soruları ve merakları dolayısıyla utandırılan çocukların sınıflardaki utangaç, çabalamayan, öğrenmekte zorlanan çocuklar olduklarını söyleyebiliriz.
Bir önceki yaz yaklaşık 15 eğitimci ile birlikte Nesin Matematik Köyü’nde matematik oyunları atölyesine katıldık. Şimdi aradan 1 tam yıl geçmesinin ardından düşünüyorum da matematik oyunları atölyesine her anlamda dahil olabilmenin tek şartı tıpkı Erikson’un kuramında bahsettiği gibi kuşku, utanç ve suçluluk duymadan merak etmek, soru sormak ve sağlıklı bir irade ile sorularına cevap arama cesareti gösterebilmekti.
Çocukların matematik dersine katılım göstermeleri ve matematik dersinin merak etmelerini de buna benzetebiliriz. Ancak soruları dolayısıyla utandırılmayan çocuklar suçluluk duymadan özgürce matematiği keşfedebilirler.
Merak eden çocuk soru sorar, soru soran çocuk düşünür, düşünen çocuk öğrenir.
Çocukluk merakının ve sorularının hiç kaybolmadığı zamanlara,
Katkı sağlamasını dilerim.
Sevgiler,
Nur