
“Hayatın bana borcu var!”: Kırılganlık
Psikolojik DanışmanÇevremizden, arkadaşlarımızdan bize karşı hep daha toleranslı, daha özenli ve iyi davranmalarını bekleriz, bazılarımız bunu hayatın her alanında yapar ve girdiği bir kafede garsonun her hareketini inceleyerek, en ufak mimiğinden, davranışından sitem edebilir, üzülebillir, sinirlenebilir. Bu kişinin hayattan ve insanlardan hep bir alacağı vardır, hak ettiğini düşündüğü şeyler (öncelik, sevgi, ilgi, süprizler, vs.) ona verilmediğinde; sarsılır, kendini harap eder ya da etrafındaki insanlara küser.
Kırılganlık “vulnerability” kavramının kökeni Latince vulnus yani “yara” kelimesinden gelir. Buradan da yola çıkarak kırılganlık kavramı; bireyin, psikolojik, fiziksel veya sosyal olarak dışarıdaki zarar verici etkenlere karşı açık bir hedef olmasını ve incinebilmeye karşı duyarlı bir halde olduğunu ifade etmektedir. Psikolojik olarak kırılgan olmak; bireyin kendisini açık bir yara gibi ortaya koyması ve bu şekilde sosyal ilişkilerini sürdürmeye çalışmasını kapsar. Kişinin kendi ile ilgili algısının, diğer insanların davranışlarından ve beklentilerinden yola çıkarak oluşmasına sebep olur. Örneğin; yeni saç kesimi arkadaşları tarafından beğenilmediyse, pek iltifat almadıysa, bu birey artık arkadaşlarının onu sevmediğini düşünür.
Her konuda alıngan bir tutum içinde olan kişilere mutlaka rastlamışsınızdır; bu kişiler psikolojik açıdan kırılganlardır. Görüşmediğiniz zamanlarda onu aramadığınız için sürekli sitem eden bir arkadaşınızı düşünün; siz onu aramıyorsunuz, bu konuda kendini değersiz hissedebilir ancak görüşmediğiniz bu süreçte o da sizi arayabilirdi…Arkadaşınız sizi aramak yerine sadece sitem etmeyi, küsmeyi bekliyorsa bu durumda sizden beklediği asıl şey; ne kadar değerli olduğuna yönelik bir telafidir, kişi bu değeri kendine veremediği için, dolaylı yollarla, sizden talep eder. İkiniz de birbirinizi aramadınız ancak bir tarafın diğerinden özür dilemesi, karşı tarafı yatıştırması gerekiyordur, bu durumun sık yaşanması sizin öfkelenmenize, kaygı duymanıza ya da yalnızca göz devirmenize sebep olabilir.
Yukarıda yazdığım örnekten de yola çıkarak psikolojik açıdan kırılgan olmayı şöyle özetleyebilirim;
Sosyal ilişkilerimizde yeterli, olması gereken ve başarılı ideale ulaşamamaktan dolayı kaygı duyarız ve bu yüzden sürekli olarak onaylanmak, takdir edilmek isteriz. Temelde kendimize yönelik inancımız; “ben yetersiz ve değersiz biriyim” cümlesine dayandığında, çevremizden gelen geri dönütlere karşı sürekli tetikte oluruz. Arkadaşlarımızla, ailemizle ve sevgilimizle/eşimizle kurduğumuz ilişkilerde; reddedilmekten ve karşımızdakinden daha değersiz olmaktan çok korkarız.
Psikolojik olarak kırılgan bireyler, yaşadığı olayların her detayını inceleyerek aslında temelde inandıkları şeye kanıt toplarlar.
Örneğin çocuğuna dayak atan bir babanın “oğlum, bunu senin iyiliğin için yaptım.” demesi. Baba, kendi zihninde bu eylemi “çocuğunun iyiliği için” yaptığını iddia ederek, kendini “iyi baba” konumunda görmeye devam eder.
Kırılgan bireyler ise; “ben değersiz ve sevilemez biriyim” inançlarını sürdürmek için, en ufak olumsuzluğu bile kendisi ile ilişkilendirir. Peki bu hem kırılgan bireye hem de çevresine zarar verse bile neden sürdürülür?
Çünkü benliğimiz için tutarlılık çok önemlidir. Bu inançlar erken yaşlarda oluşur ve olumsuz olsalar bile bilinçsiz bir şekilde inançlarımızı sürdürmeye devam ederiz. Birey “sevilemeyeceğine” inandığında; onu aşağılayan, küçümseyen insanları daha çekici, daha eğlenceli bulur ve inanca uyumlu bir hayata sahip olur.